24 Temmuz 2011 Pazar

15 Temmuz 2011 - YYYY Doğum Günü

Doğum günümde Bozcaada'da olmak istedim zira Bozcaada en sevdiğim kara parçası olma özelliğine sahip. Bu yazımda yararlı bilgiler vermekten ziyade masalsı bir haftasonunu paylaşacağım. Evrenin çekim kuvveti kuralı bilinçler içinde geçerli diye düşündüm.

Temmuz 15, yıl 2011; bir kaç aksaklık olmasına rağmen saat 17:00 sularında yola çıktık. Hedef: Gelibolu, Lapseki, Geyikli ve sondurağımız Bozcaada. Yol planımın 2 saat gerisinde kaldım ve artık hedefim son vapur.

Öyle böyle Geyikli iskelesine ulaştık, çok araç yok ve bizden sonra gelen araçlardan birinden ağır balık kokusu iskele alanına yayılıyor. Derken bu aracın sahibi Kemal ağabey ile tanıştık. Kemal abi adada Poyraz balıkçılık ve House butik otelinin sahibi ve işletmecisi. Hoş sohbet bir adalı. Babakaleden balık almış ve adaya getiriyormuş. Sohbet sohbeti açtı, vapurda çay içerken sohbete devam edildi. Laf doğum günüm olduğuna geldi, adaya geç vakit ulaşacağımız ve yemek ihtiyacımız olabileceğinden yola çıkarak bize sardalya vermeyi önerdi. Kabul ettim, saat 01:00 sularında adaya ulaştık ve Kemal abi sardalya doldurduğu bir paketi sağ olsun verdi. Arif abinin market her daim açıktır, oradan da şaraplarımızı ve diğer ihtiyaçlarımızı aldık. Yola devam.

Çadırımızı kurmayı planladığımız Akvaryum koyuna ulaştık. Koy alanında iki karavan konaklıyor olduğu halde bizde çadırımızı kuracak bir yer tespit ettik. Ay gökyüzünde, gündüz gibi aydınlık heryer. Çadırı kurduk, balıklarımızı ayıkladık, mangalımızı yaktık ve şarap kadehleri dolmaya başladı. Saat sabaha karşı 03:00 sularında biz sardalya ızgara eşliğinde Vasilaki şarap yudumlarken mehtap üzerimize nur gibi yağıyordu. Sardalya ziyafetimize bu kirpi kardeş eşlik etti :)


Ben gün içinde çok yorulmuş ve araba kullanmış olmaktan bitap düşmüştüm ki saat 05:00 sularında biraz olsun uyumak istedim lakin Serap ve Gülcan gündoğumuna kadar oturdular ve şaraplarını içmeye devam ettiler. Sabah güneşle birlikte uyandım, kızlar denizde, gün doğumu ile yüzmeye başlamışlar. Derhal onlara katıldım. Kahvaltı için merkeze yol aldık. Meydanda, Arif abinin marketinin yanında Şükrü ustanın lokantasında çorba içerek kendimize geldik. Eşi dostu selamladık, Doğum günüm münasebetiyle fıçılardan şarap dolduruldu litrelik şişelere. Kırmızı, Beyaz özel üretilmiş şaraplar. Dilek kasabı Şükrü abi ve Kardeşi Adem'den sucuk ve yine meşe fıçıda bekletilmiş ev şarabı ikramını arkasından koya geri döndük.

Çok geçmedi koya birkaç kişi geldi. Genç ve düzgün üç insan. Yüzdüler bir müddet (biri hariç :) ) Çok geçmedi çadır kurmaya teşebbüs ettiler ve teşriki mesaimiz böylece başladı. Çadır başında öylece duruyordu adını sonradan öğrendiğim Didar. Dayanamadım yardım ettim. Sorun; çadır farklı ekipman farklı. Çözüm her zaman vardır deyip kurduk çadırı. Diğer iki arkadaşı ilede tanıştık. Didar, Önder ve Alican. Fevkalade düzgün, kültürlü, sosyal ve modern insanlar olmaları ülkem için ümitlerimi yeşertti.

Akşam bir arada yemek yemek üzere sözleştik ve günün kalanına devam ettik. Sucuk ekmek, bol şarap, nefis Bozcaada denizi. Gün batımını izledik.


Akşam üzeri koya gelen genç bir çift ile tanıştık. Selin ve Emir, çok güzel iki insan daha. Akşam mangalımız yanacağı, kamp ateşimizin tüteceğini söyledik, bize eşlik etmelerinden memnun kalacağımızı belirttik. O sırada ay yükselmeye başladı. Emir ve Selin şaraplarını alıp geldiler.














Alican Klarnet üstadıymış, klarneti ile iştirak etti. Önder'in sesine terim bulamıyorum. Didar her ortamda olması gereken bir dost. Alican nefesi ile klarnete hayat verdi, Önder sesi ile ruhumuza hitap etti, kumsalda yanan ateş içimizi ısıttı ve kaz dağlarından yükselen ay hem gecemizi hem yüzlerimizi ışığı ile aydınlattı, yakamozlar denizi sarhoş etti. Yakamoz parıltısındaki suda yıkadım bedenimi.














Böylece girdim yeni yaşıma. Etrafımda sevdiğim insanlar, çocuklarım ve pırıl pırıl zekalarıyla nadir bulunan gençler vardı. Ümitlerim yeşerdi.

Hepinize teşekkür ediyorum.
Serap Yeşer (Eşim)
Gülcan Bilgili (Çok Yakınım)
Deniz Yeşer (Oğlum)
Derya Yeşer (Kızım)
Önder Bahadırlı (Baki insan, Muhteşem Ses Üstadı)
Alican Özyılmaz (Baki bir Üstad)
Didar Aytaş (Baki Keyf insanı)
Selin (Güzel bir hanımefendi)
Emir (Samimi bir Arkadaş)

Ve bozcaada sakinleri, Poyraz Balıkçılıktan Kemal abi, Dilek Kasabı Şükrü abi ve Adem kardeşim, Ataol Şarapçılıktan Ali abi ve Ahmet abi, Arif abi ve Şükrü Usta. Hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Ne şanslı bir insanmışım meğer.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Kısa Bir Ege Turu - Foça, Assos ve Bozcaada -

Haziran 27 Pazartesi, gece geç vakit, saat 23:00 sularında koyulduk yola. Hedef İzmir’in Foça ilçesi, Eski Foça. Amaç; şafakta Foça kıyılarında, serin Ege Denizine bedenlerimizi bırakmak. Evimiz önünden TEM otoyolu kullanarak Gelibolu'ya ulaştık. 302 Km yol ve yaklaşık 4 saat sürdü. Otoyol ücreti 5,5 TL. 03:00 vapuruna yetiştik, Gelibolu - Lapseki arası arabalı vapur 30 dakika sürüyor ve 25 TL.

Çok erken vakit olmasa da saat 08:30 civarı Foça'ya ulaştık. Lapseki Foça arası 332 Km, yaklaşık 5 saat sürdü bu yol. Foça içinde biraz dolaştık, balıkçılar limana yeni dönmüştü ve dayanamadım balık aldım.

Kısa bir alışveriş akabinde kalacak yer arayışımız başladı. Bu arayış uzun sürmedi zira bu defa farklı olsun istedik ve çadırda kalalım dedik. Yeni Foçaya 8 km, Eski Foçaya 12 km mesafede, batıya cepheli Sazlıca Camping'de büyük bir çadır kiraladık. 10 kişilik bir çadır 55 TL ye kiralanabiliyor. Civarda başka kamp alanları olduğu halde fazla dolaşmadık. Fiyatlar ortalama bu rakam dolayında doslarım. Eski Foça içinde pansiyonlarda fiyatlar oda ücreti olarak alınıyor ve 70 TL dolaylarında pansiyon bulmak mümkün.

Çadırımıza yerleştik ve derhal kamp alanının güney yakasında bulunan tenha plaja gittik. Muhteşem Turkuaz Ege denizine bıraktık bedenlerimizi.

Yukarıdaki fotoğrafta görülen koy sazlıca koyu, çok beğeneceğinizi düşünüyorum. Civarda zıpkınla dalış serbest, Orfoz avlamak yasak dostlarım, bu yasağa uyalım. Sualtı habitatı iyi, Karagöz, Sarpa, Kefal, Mırmır, Levrek başlıca kıyı balıkları arasında. Çupra, Sinarit, Mercan açıklarda bulunabiliyor. Foça çok sevdiğim Ege yerleşimlerinden biridir, mutlaka uğrayın derim. Daha Fazla bilgi için tıklayınız

Sazlıca Campingde akşam vakti mangalımızı yaktık ve sabah aldığım balıkları ayrıca zıpkınla avladığım birkaç balığı ızgara yaptık, şarabımızı açtık. Keyifli bir akşam yemeği oldu.

Yanınızda mutlaka sinek kovucu sprey, elfeneri veya ışıldak bulundurun derim. Zira sinek çok.



Haziran 28, Salı sabah kahvaltımızı yaptık ve yola koyulduk, Hedef Assos. Assos yıllardır her sene uğradığım ve kendimi hep güçlü hissettiğim mekan. 5000 yıllık bu mekan benim için hala yeni bir şehir. Assos ile Foça arası 230 Km ve 3,5

saat süren bir yol. Bu yolda radarla hız kontrolü yapılıyor. Küçüksu'dan sonra kıyı yolundan gitmek isterseniz hatırlatmış olayım yol berbat durumda, yol olmasa daha iyi olurdu. Ayvacık'tan gelmenizi öneririm.

Assos'da Sidar Pansiyon (0286 721 70 47 ) devamlı konakladığım yerdir. Burada yer yoksa Tekin pansiyonu (90 286 721 70 99) öneririm. Limanda otellerde mevcut ancak köy içinde halkla iç içe olmayı tercih ediyorum.

Vakit geçirmeden Sivrice'ye gidip denize girelim ve serinleyelim istedik. Karayel esiyordu bu nedenle Sivrice çok dalgalıydı. Koyun diğer ucu çok sevdiğim mahalle Sokakağzı, derhal oraya hareket ettik. Zira Sivrice dalgalıysa Sokakağzı durgun olur. Kıyı boyunca ilerleyen kısmen toprak yol olsada keyifli bir yol var.

Burada soğuk biralarımızı yudumladık. Konaklama için sahil kenarında küçük güzel pansiyonlar ve birde iyi otel bulunmakta. Sessizliği seviyorsanız tam yeri. Denizi, kalın kumu, zıpkınla alanmak için uygun kayalıkları ile muhteşem bir mevki.

Akşam üzeri Assos'a döndük ve kalenin aşağısında, eski limanda biraz dolaştık. Güzel bir rakı sofrası olsun istedik ve buradaki restoranlardan birinde misafir olduk. Keyifli bir akşam oldu.

Sokakağzı'nın tepeden görünüşü, karşıda Midilli adası. Yolları çok kötü olmuş bilginiz olsun. :(

Assos'ta akşam yemeği ardından kalede Şarap içme seramonisi yapmak için şaraplarımızı aldık ve zifiri karanlıkta kaleye çıktık. Eskiden geceleri kaleye giriş çıkış serbestti ancak artık her tarafı tellerle çevrilmiş, girmek olanaksız hale getirilmiş. Yinede ümidinizi kaybetmeyin, gişenin arkasında bir patika var, bu patikayı köyün sakinleri ve bizim gibi Assos tutkunları bilir ;) Dikkatlice bu patikadan geçebilirsiniz.

Kayan yıldızları izleyerek, tapınak alanında şarap yudumlarken karşınızda Midilli adası ve sırtınızı sıvazlayan imbat size eşlik edecektir, keyfini çıkarın.

Haziran 29, Sabah erken saatte kalktım, liman mendireğinden denize girdim ve Assos kıyı habitatını değerlendirmek için zıpkınımla öğle yemeğine balık aradım. Assos'ta son dalışımdan bu yana epey zaman geçmişti. Habitatı koruma çabaları sonuç vermiş, Orfoz bile gördüm. Birkaç Levrek, Karagöz, Tekir buldum. Yiyeceğinizden fazlasını avlamazsanız deniz sizi aç bırakmaz.

Öğle yemeğimizi Bozcaada'da yemek üzere balıklarımızı alıp yola koyulduk. Hedef Geyikli vapur iskelesi. Assos ile Geyikli arası 58 Km ve 40-45 dakikalık bir yol. Geyikli iskelesinden Bozcaada'ya her saat başı karşılıklı vapur hareket etmekte. Yaz sezonunda son vapur 22:00 da ancak Cuma, Cumartesi ve Pazar geceleri 24:00 da karşılıklı son seferler yapılmakta. 23:00 da vapur yok, boşuna acele etmeyiniz. Detaylı bilgi için tıklayınız

Bozcaadaya geçiş bileti normal bir araç ve iki yolcu 45 TL. Vapur yolculuğu 30 dakika sürmekte. Sadece Geyikli iskelesinde bilet satılmaktadır. Adada sadece Ziraat Bankası şubesi ve İş Bankası ile Garanti Bankası ATM cihazları meydanda bulunmaktadır. Bozcaada'da motosiklet kiralamak mümkündür, ayrıca bütün koylara ulaşım minibüslerle mevcuttur.

Bozcaada'ya ulaşır ulaşmaz tanıdıklarımızı, eş dostlarımızı bulduk. Bize kalabileceğimiz bir ev temin ettiler. Assos'tan avladığım balıkları öğle yemeğinde hazırladık ve yol yorgunluğunu Akvaryum koyunda denize girerek atmak istedik. (Bozcaada'da konaklama konusunda yardım isteyen olursa bana e posta ile ulaşsın lütfen yucelyeser@gmail.com)

Koya gitmeden önce merkeze indik ve Dilek Kasap'tan sucuk aldık. Dilek Kasap Şükrü abi ve kardeşi Adem tarafından işletilmektedir, adanın en sıcak yüzlerinden bu iki kardeşe mutlaka uğrayın zira nefis sucuk yaparlar. Hemen yanından bir mahsenden şarap temin ettik ve

doğruca koya gittik. Bozcaadanın denizi Şubat'ta daha sıcaktı :) girmeden önce şaraplandık ve serin suya bıraktık kendimizi. Zaman ilerledi acıktık tabi, mangal hazır, sucuk ekmek keyfi başka, hele yanında Vasilaki şarabı varsa değme tadına.

Detaylara inmeye gerek yok ;) ada etrafında güzel koylar var. Koyların bazılarına araç ile ulaşmak zor, kısa yürüyüş yapmak gerekir.















Bu seyahatte Hundai Starex Marka bir minibüs kullandık, 700 TL yakıt masrafı oldu ve toplanda 1200 Km yol kat ettik.


Daha Büyük Görüntüle

29 Mayıs 2011 Pazar

Anlamak üzerine

Etrafımdaki bir çok insan sözlerini "Anladın mı" sorusuyla bitirir oldu. "Evet anladım" demekten ve anladığıma ikna etmekten yoruldum. Anlaşılamamak kaygınız varsa neden konuşuyorsunuz ey çevremdekiler? Anlatamayacağınız kaygınız varsa neden anlatmak istediğinizi netleştirmiyorsunuz? Şu tavsiyede bulunacağım size; Önce ne anlatmak ve nasıl anlaşılmak istediğinizi bir düşünün, bunu bir defa kendinize anlatın, sonra birine anlatın. Kendinizde aldığınız sonucu alamıyorsanız bence sorunu kendinizde arayın. Zira hakikaten yoruldum sizi anladığımı anlatmak için harcadığım efordan.

Yok "kadın değilsin ne anlarsın" yok efendim "Öğrenci değilsin ne anlarsın" veya "çocuk değilsin ki anlayasın" Peki siz hiç karşınızdakini anlamaya çalıştınız mı? Bir defa olsun kendinizi anlamaya gayret ettiniz mi? Bu noktada aşağıda paylaşıyorum. Sizin tahmin edebileceğinizin çok ötesinde anlama ve anlatma kabiliyetine sahibim. Bakalım siz anlayacak mısınız? Lütfen dikkatle okuyun.

Bir şey hissediyorum. Bu hissettiğimi en iyi bildiğim dilde, “söz” dediğimiz ifade biçimine dönüştürüp karşımdakine aktarmak istiyorum. Bunun için kelime dağarcığımdaki kelimeler arasından en uygunlarını bir araya getirip bir cümle ya da cümleler oluşturuyorum. Yanına vurgularımı, ses tonumu, yüz ifademi ve vücut dilimin özelliklerini ekleyip konuşuyorum. Sözümü bitirdim; bana göre işimi mükemmel yaptım, şimdi de muhatabımdan bunun karşılığını bekliyorum. Anlatmak istediğimin karşımdaki tarafından tam ve doğru biçimde anlaşılarak duygularımın onun üzerinde beklediğim etkiyi yaratmasını umuyorum.

Ama heyhat! O, benim sözlerimden çok farklı bir anlam çıkarıyor. Benim ona anlatmak istediğimle onun sözlerimden çıkardığı anlam birbirinden ne kadar da farklı! Ben, “hava ne güzel!” demiştim, ama o bana “peki ben çirkin miyim?” diye karşılık verdi. Ne oldu? Ben mi tam olarak ifade edemedim? Yoksa sözlerim karşımdakinin kulağına ulaşıncaya kadar havada bir değişikliğe mi uğradı? Karşımdakinin bir anlama sorunu mu var? Farklı dillerden mi konuşuyoruz?

Sadece konuşurken de değil, duygularımızı yazılı biçimde ifade ederken de aynı sorunlarla yüz yüze gelebiliriz. Yazarken meramını tam olarak ifade edebilmek her zaman mümkün olmaz. Ya uygun kelimeyi bulamazsın ya öyle bir kelime hiç yoktur ya da bulabildiğin sözler başkalarında beklediğin etkiyi yaratmaz. Okuyan, senin anlatmak istediğini kendine göre yorumlayabilir. Söz çoğu zaman yetersiz kalır. “Beni bir kişi anladı; o da yanlış anladı!”

İki insan iki ayrı evrendir. Asla hiç kimse bir başkasının içine girip onun dünyasına tam olarak nüfuz edemeyecektir. Aynı anı yaşıyor görünseler de farklı zamanlarda yaşarlar. İster anne-baba-çocuk-kardeş gibi birbirinin canından bir parça olsunlar, ister sevdiği için canını verebilecek âşıklar, isterse de kardeşten bile yakın dostlar olsun durum değişmez. İki insan, hep iki ayrı evren olarak kalacaktır. Öyle olduğu için de her biri kendine özgü kurallarla işleyen bu mikrokozmoslar arasında uyumsuzluk ve çatışmalar olacaktır.

Bu benzemezlikler iletişim sorunlarını da kaçınılmaz biçimde beraberinde getirir. Kelimelerin anlamı üzerinde asgari bir uzlaşıya varılmış olsa bile yine de iki ayrı kişi için bir tek kelimenin çağrıştırdığı şeyler farklı olabilir. “Aile” sözcüğü herkesçe bilinen bir sosyolojik birimi ifade ederken onun işaret ettiği kavram birisi için olumlu, öteki içinse tam tersi şeyler çağrıştırabilir. Hemen bütün sözcüklerin kişilerde bu türden farklı izleri bulunur. Mesela “ip” sözcüğü bir iplik tüccarı ile oğlu asılarak idam edilmiş bir baba için çok farklı anlamlar taşır.

Sadece kişiler arasındaki çağrışım farklılıkları nedeniyle değil, zamana ve koşullara bağlı olarak da en düz, en nötr sözcükler bile değişik anlamlar yüklenebilir. Büyük bir aşkın cicim aylarında söylenen “seni seviyorum”lar bir duygu tufanı yaratırken artık uzatmaların oynandığı aşamalarda aynı cümle bulutlardan iki damlacık yağmur düşürmeye bile yetmez. Söz aşınmış, içindeki ruh, kapağı açık bırakılan kolonyanın alkolü gibi uçuvermiştir.

Niye böyle oldu? Sorumlu çoğu defa zamandır. Çünkü zaman denen zımpara makinesi her şeyi yavaş yavaş aşındırır. Yaşarken kimse farkına bile varmaz. Geçen her dakika bir çıkıntıyı silip yüzeyleri düzleştirir. Önceleri iki kişinin birbirini tamamlamasına yardımcı olan o girinti ve çıkıntılar kaybolunca yüzeyler birbiri üzerinden kayıp düşmeye başlar. Tıpkı yapıştırıcı bantların aşınıp işlevini yitirmesi gibi...

Onun yanı sıra bir psikolojik altyapı da mevcuttur. Karakter özelliği, eğitim ve düşünce farklılıkları, beklentiler, hayal kırıklıkları, kişilerin biyoritmik farkları, endişeler, açığa vurulmamış kıskançlıklar, korkular ve bazen üçüncü kişilere kayan ilgilerin her biri sözü sakatlar. Bu iletişimsizlik duvarına her gün bir tuğla eklenir. İlişkilerde belli bir aşamadan sonra bu türden engeller kişilerin kafasında ötekine dair yavaş yavaş bir puzzle oluşturmaya başlamıştır. İlk anlardakinden çok farklı, kötücül bir puzzle. Sözler sanki bir prizmadan geçip öyle ulaşmaktadır ötekine... Karşıdaki, kendisine ulaşan mesajları içindeki o tamamlanmayı bekleyen puzzle’a uydurmak için orasından burasından kırpıp, ekleyip, sıkıştırıp bir alana yerleştirmeye çalışmaktadır. Aslında parçaların o alana uymadığını belki de bilmektedir ancak yine de bunu yapmaktan kendisini alamaz. Oysa tamamlandığında ortaya çıkan resim Dali ya da Picasso’nun tablolarından birine benzeyecektir büyük ihtimalle.

Böylece iletişimsizlik gitgide iki taraflı bir hal alır. Şu cümleler sık sık gider gelir taraflar arasında: “Beni anlamıyorsun”, “yanlış anlıyorsun”, “bu sözden böyle bir sonucu nasıl çıkarabiliyorsun?”, “ne dedim ben şimdi?”... An gelir susmak bile çözüm olmaz. O aşamada sessizliğin kendisi bizatihi olumsuz bir mesajdır. Yüz yüze oturan iki kişinin karşılıklı sessizliğinde kafaların içinde iki ayrı puzzle tamamlanmaktadır yavaş yavaş. Anılar gelir akla, ama arasından en kötüler seçilir bulmacaya bir parça daha ekleyebilmek için. Ötekinden gelen sözlerin değişik anlamları üzerinde etüd yapılır; o mesajı kötüye yormanın yolları aranır.

Bulmaca tamamlandığında son sözler söylenecektir artık. Belki bir ilişki fiilen bitecek, belki de aslında bitmiş bir beraberlik kimi zorunluluklar yüzünden sürdürülmeye çalışılacaktır. Belki bir çocuk; belki paylaşılması zor varlıklar; belki kırılamayacak yakınlar; belki de iki taraflı bir çuvallama korkusu... -“Yine başaramadım!”- Bir arada ama ayrı ayrı. Önce yataklar ayrılacak, sonra birlikte yenen yemekler. Gezmelere, tatillere ayrı çıkılacaktır. Üçüncü ve dördüncü kişilerin varlığı bilinecek ama bilinmezden gelinecektir.

Başlangıçta her şeyi kolaylaştıran söz, artık yaralayan bir iğne olmuştur. Bu noktadan geriye dönüş yoktur. Bazı şeylerin tamirinin imkânsızlığı gibi. O noktada yapılabileceklerin en doğrusu sözü bitirmektir. En iyisi, sözlerin içinin yeniden dolduğu, anlam, ruh ve heyecan kazandığı yeni bir dünyaya “merhaba” demektir...

Anonim

3 Şubat 2011 Perşembe

24 saatte İzmir

1 Şubat Öğleden sonra yola çıktık. THY tarifeli seferleri ile İzmir hakikaten şurası :) Şans olsa gerek kış ortasında çok güzel hava vardı. Pırıl pırıl güneş ve masmavi gökyüzü. Havaalanı sonrası uzun bir taksi yolculuğu akabinde otele ulaştık. İşleri organize ettik ve dinlendik.
2 Şubat sabahı temiz gökyüzü, biraz imbat ve ışıl ışıl bir güne uyandık. Güzel bir kahvaltı arkasından Cumhuriyet meydanı, Atatürk anıtı önünden batıya doğru yürüdük. Bu noktadan doğuya yöneldiğinizde meşhur "Kordon boyu" kaşınızda kalır. Çok güzel bir yürüyüş alanı olsada biz batıya dönmeyi tercih ettik. Konak vapur iskelesinin önünden geçerek Mustafa Kemal Sahil Bulvarı kıyısı boyunca yürüdük. Bulvar çok güzel yapılmış, oldukça medeni bir yürüyüş güzergahı. Fotoğrafta iskeleden kalkan bir vapur görünmekte. Vapur iskelesinin karşısında İzmir'in simgelerinden biri haline gelmiş İzmir saat kulesini görebilirsiniz. Bu yürüyüş sonrasında otele döndüm ve hep herkesin "gitme çok tehlikeli" dediği Kadife Kale'ye mahalle aralarında yürüyerek gitmeye karar verdim. Otelin yanındaki caddeden güneye doğru yürümeye başladım. Epey yürüdükten sonra dar bir sokaktan mahalle aralarına girdim. Sahil boyunca gördüğüm İzmir'den farklı bir İzmir ile karşılaştım. Kadife kaleye doğru yürümeye devam ettikçe daha dar ve düzensiz yerleşik sokaklarda ilerledim. "İzmir Agora"sı kazı alanının arkasındaki dar sokaklardan yoluma devam ettim. Oraya kadar giderseniz İzmir Agora'sını mutlaka ziyaret edin. Cumhuriyetimizin ilk kazı alanlarından biri.

-Kısaca İzmir Agorası-
İzmir Agorası, MÖ. 4 yy’da antik Smyrna Kenti’nin taşındığı Pagos (Kadifekale)’un kuzey yamacında kuruludur. Dönemin önemli kamu binalarıyla çevrilmiş olan bu yapı kentin devlet agorasıdır. Günümüzde, yaşayan bir kentin içinde bulunması özelliği ve büyüklüğüyle dünyada eşine az rastlanan önemli bir yapıttır. Detaylı bilgi için tıklayın

Bu güzergahta ilerledikçe yıkık dökük gecekondular arasından ilerledim. Bir çok gecekondu belediye tarafından yıkılmış ve bu gecekondu mahalleleri kaldırılmaya başlanmış. Şehrin dışında bir yerleşim yeri kurulmuş. Mağdur edilmediklerini öğrendim. Yıllar önce Ordu, Akkuş ilcesinin köylerinde yürürken hissettiğim duyguyu hissettim. Yarım saat önce kordonda medeniyetin zirvesindeydim, şimdi cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde, kaldırımsız, yıkık dökük sokakta ilerliyordum. Gecekondu aralarından muhteşem İzmir körfezi görünüyordu. İnsanlar bana bakıyorlar hatta zaman zaman "Kimsin?" "Burada ne yapıyorsun?" "Polis misin?" gibi sorularla durduruyorlardı. Sadece bu ilkenin vatandaşı olduğumu söyledim her defasında. Sohbet edip yoluma devam ettim. Ayrıştırılmış insanlar, üzüldüm. Oysa hepsi bir parça medeniyet için yerlerini yurtlarını bırakıp buralara gelmiş insanlar. Bir parça medeniyet ve özgürlük için.

Kadife Kaleye ulaştım. Kaleden İzmir panoraması aşağıdaki gibi görünüyor. Kale halka açık, mesire yeri gibi kullanılıyor.

İzmir Körfezi’ne hâkim, şehrin güneyinde bulunan 186 m. yüksekliğindeki Pagos Dağı eteklerinde bir tepe üzerinde bulunan kale ilk defa MÖ.334 yılında Anadolu’yu Pers egemenliğinden kurtaran Makedonya Kralı Büyük İskender’in (MÖ. 356–323) isteği ile yapılmış. Kadifekale’den günümüze yalnızca kalenin batısındaki beş kulesi ile güneyindeki duvarlarından bir bölümü ayakta durmakta. Kalenin bunun dışında kalan doğu ve kuzey kısımları tamamen yıkılmış. Kale içerisinde ise bir dehliz ve bir de su sarnıcı kalıntısı görülmektedir.

Sarnıç moloz taş ve tuğladan yapılmış. Üzeri toprak dolgu olan sarnıcın içerisi birbirleri ile tuğladan yuvarlak kemerli payelerle bölümlere ayrılmış. Yapılan kazılar sonucunda sarnıcın bütünü iyi bir durumda ortaya çıkarılmış. Surlara üzerinden İzmir'i tepeden izlemek keyifli. Deneyimlemenizi öneririm.



Birkaç Fotoğraf:




















Kaleden ayrılıp Basmane Gar'a doğru yola koyuldum. Yine dar gecekondu sokakları arasından körfeze doğru ilerlemeye başladım. Düzensiz ve karışık sokaklardan birine yol sormadan ilerlemeniz olanaksız. Bende yol sora sora ilerledim. İnsanların meraklı bakışları hep üzerimdeydi. Rahatsız olmadım. Nihayet Basmane Gar binasına ulaştım.

Bu eski bina:Ünlü Fransız mimar Eiffel tarafından klasist tarzda tasarlanmış, Regie Generale adlı Fransız firma tarafından 1876 yılında inşa edildimiş. Bu bina yine aynı tarihlerde inşa edilen Fransa’da Lyon Gar binasının bir ikizi. Kesme taştan dikdörtgen planlı gar binasının orta bölümü üç katlı olup, burası istasyonun ana salonudur. Yapının üzeri kırma çatı ile örtülmüş, iki kenarın ortasına da, düz cephe görünümüne hareketlilik getiren üçgen alınlıklar yer alıyor. 1922’de büyük İzmir yangınında Basmane Garı da büyük hasar görmüş ve 1926 yılı sonrasında TCDD’nin kurulması ile onarımdan geçirilmiş.
Tren ile Adnan Menderes Havalimanına ulaştım. Ve İstanbul