10 Ağustos 2015 Pazartesi

Eğitim Üzerine kısa bir not




Ülkemizde eğitimin nasıl algılandığını tespit etmek için kaynakları araştırdığımda ekseriyetle karşıma çıkan tanım: “Eğitim: Bireylerin toplumun standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını kazanmasında etkili olan tüm sosyal süreçlerdir”. Ancak standartlarında ve inançlarında değişimi sevmeyen toplumlarda bu tanım ilerlemenin ve gelişmenin önünde bir engel olarak karşımıza çıkacaktır. Eğitim tanımı toplumun alışkanlıklarını sürdürmenin ötesinde, bireyin ve toplumun yaratıcılığını ve yenilenmesini de mutlaka bir kriter olarak içermelidir.  Bu gün dünyada en yıkıcı, en baskıcı toplumlar bile kendi alışkanlıklarını ve inançlarını aktarmak yoluna giderler, buna eğitim demek mümkün değildir.


Eğitim de birey yaratıcılığını ve toplumun yenilenme yeteneğini yerleştirmenin bir kültür meselesi olduğunu, bu kültürün eğitim kurumlarının ruhuna yansıması gerektiğini düşünüyorum. Bireyin doğal keşif içgüdüsünü esas alan kurum kültürü, kurumda geçirilen dönemde bireyin merakının canlı tutulmasında belirleyici olacaktır. Mevcut bilgiyi teorik olarak bir çocuğa dayatarak öğretmenin verimli olmadığı kanısındayım. Alfred North Whitehead’ın ifade ettiği gibi “Eğitimin tek bir konusu vardır: Hayat.”  Eğitim, bireyin hayatı algılama ve anlama motivasyonu ile şekil almalı,esas konusunun  “Hayat” olduğu tespitiyle şekillenmelidir.


Eğitim, hayatı anlama dürtüsü ile ilişkilendirilebilecek temel basit kavramları öğrenciye aktarabilmek ve bu kavramların genç dimağlarda beklenmedik fikirler olarak şekillenip yeşermesine imkân tanımak olarak tahayyül edilmelidir. Önemli olan, bireyin hayatı ile ilişkilendirebildiği temel fikirler ve tespitleri içselleştirme ve aralarında kendine özgü bağlar kurabilme yeteneğidir.


Tabi ki hayatı bir bütün olarak algılamak zordur, farklı boyutlarına ayırarak anlamaya çalışmak genç dimağların işini kolaylaştıracaktır.


Hayatın değişik boyutlarını anlama ve algılama yönünde temel soru ve sorunlar bizi farklı disiplinlere götürür. Örneğin nicelik, miktar kavramlarını geliştirmeden hayata anlam verebilmek çok zordur. Öğrenci, nicelik kavramını derinlemesine anlamaya başladığında doğal olarak matematiğe ve cebire giden yolu açılmıştır. Eğitim, bir bütün olarak hayatı ahenk içinde algılamak amacıyla yola çıkılan ve içgüdüsel olarak sorulan temel sorularla hepimizin aşina olduğu konulara, disiplinlere (edebiyat, fen bilimleri, matematik, sanat)  ulaşması gereken bir süreçtir. Bu farkı konular eğitimin başlangıç noktası değil, hayatı anlama çabası ve sorgulaması sonunda ulaşılan alanlar olmalıdır.


Bireyin yaşadığı hayatı anlama, hayata anlam verebilme yeteneğini erken yaşlarda edinmesi eğitimin öncelikli amacı olmalıdır.  Nihayetinde yine Whithead’in vurguladığı gibi  “Eğitim; düşüncelerin kullanılması sanatının edinilmesidir. Bu sanat öğretilmesi çok zor bir sanattır.”


 


Eğitim algımı özetlediğim bu çerçeve içerisinde, okullar çocuklarımızın hayata dair sorularla sistemli olarak ilk tanıştıkları toplusal mekânlardır. Topluma, hayatı anlayan, bilgi sahibi, ahlaklı ve kendine özgü algı ve tarzını geliştirmiş bireyler kazandırmak için özenle gayret sarf edilmelidir


Tabi ki bu gayreti sadece kurum ve öğretmenlerden bekleyemeyiz. Hayatı anlamak ve algılamak öğrenmesi ve öğretilmesi zor bir sanat. Öğretmenlerimizle birlikte veliler olarak yeni nesillere bu sanatı aktarabilmek için emek vermek geleceğe ve insanlığa karşı hepimizin ortak borcu ve görevidir


 


 



Yücel Yeşer