Ülkemizde eğitimin nasıl algılandığını tespit etmek için
kaynakları araştırdığımda ekseriyetle karşıma çıkan tanım: “Eğitim: Bireylerin
toplumun standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını kazanmasında etkili
olan tüm sosyal süreçlerdir”. Ancak standartlarında ve inançlarında değişimi
sevmeyen toplumlarda bu tanım ilerlemenin ve gelişmenin önünde bir engel olarak
karşımıza çıkacaktır. Eğitim tanımı toplumun alışkanlıklarını sürdürmenin
ötesinde, bireyin ve toplumun yaratıcılığını ve yenilenmesini de mutlaka bir
kriter olarak içermelidir. Bu gün dünyada en yıkıcı, en baskıcı
toplumlar bile kendi alışkanlıklarını ve inançlarını aktarmak yoluna giderler,
buna eğitim demek mümkün değildir.
Eğitim de
birey yaratıcılığını ve toplumun yenilenme yeteneğini yerleştirmenin bir kültür
meselesi olduğunu, bu kültürün eğitim kurumlarının ruhuna yansıması gerektiğini
düşünüyorum. Bireyin doğal keşif içgüdüsünü esas alan kurum kültürü, kurumda
geçirilen dönemde bireyin merakının canlı tutulmasında belirleyici olacaktır.
Mevcut bilgiyi teorik olarak bir çocuğa dayatarak öğretmenin verimli olmadığı
kanısındayım. Alfred North Whitehead’ın ifade ettiği gibi “Eğitimin tek bir
konusu vardır: Hayat.” Eğitim, bireyin
hayatı algılama ve anlama motivasyonu ile şekil almalı,esas konusunun “Hayat” olduğu tespitiyle şekillenmelidir.
Eğitim, hayatı anlama dürtüsü ile ilişkilendirilebilecek
temel basit kavramları öğrenciye aktarabilmek ve bu kavramların genç dimağlarda
beklenmedik fikirler olarak şekillenip yeşermesine imkân tanımak olarak tahayyül edilmelidir. Önemli
olan, bireyin hayatı ile ilişkilendirebildiği temel fikirler ve tespitleri
içselleştirme ve aralarında kendine özgü bağlar kurabilme yeteneğidir.
Tabi ki hayatı bir bütün olarak algılamak zordur, farklı boyutlarına
ayırarak anlamaya çalışmak genç dimağların işini kolaylaştıracaktır.
Hayatın değişik boyutlarını anlama ve algılama yönünde temel
soru ve sorunlar bizi farklı disiplinlere götürür. Örneğin nicelik, miktar
kavramlarını geliştirmeden hayata anlam verebilmek çok zordur. Öğrenci, nicelik
kavramını derinlemesine anlamaya başladığında doğal olarak matematiğe ve cebire
giden yolu açılmıştır. Eğitim, bir bütün olarak hayatı ahenk içinde algılamak
amacıyla yola çıkılan ve içgüdüsel olarak sorulan temel sorularla hepimizin
aşina olduğu konulara, disiplinlere (edebiyat, fen bilimleri, matematik, sanat)
ulaşması gereken bir süreçtir. Bu farkı
konular eğitimin başlangıç noktası değil, hayatı anlama çabası ve sorgulaması
sonunda ulaşılan alanlar olmalıdır.
Bireyin yaşadığı hayatı anlama, hayata anlam verebilme
yeteneğini erken yaşlarda edinmesi eğitimin öncelikli amacı olmalıdır. Nihayetinde yine Whithead’in vurguladığı
gibi “Eğitim; düşüncelerin kullanılması
sanatının edinilmesidir. Bu sanat öğretilmesi çok zor bir sanattır.”
Eğitim algımı özetlediğim bu çerçeve içerisinde, okullar
çocuklarımızın hayata dair sorularla sistemli olarak ilk tanıştıkları toplusal
mekânlardır. Topluma,
hayatı anlayan, bilgi sahibi, ahlaklı ve kendine özgü algı ve tarzını
geliştirmiş bireyler kazandırmak için özenle gayret sarf edilmelidir
Tabi ki bu gayreti sadece kurum ve öğretmenlerden
bekleyemeyiz. Hayatı anlamak ve algılamak öğrenmesi ve öğretilmesi zor bir
sanat. Öğretmenlerimizle birlikte veliler olarak yeni nesillere bu sanatı
aktarabilmek için emek vermek geleceğe ve insanlığa karşı hepimizin ortak borcu
ve görevidir
Yücel Yeşer